Balkanlar, tarihin en karmaşık coğrafyalarından biri olarak bilinir. Siyasi istikrarsızlık, etnik çeşitlilik ve geçiş dönemi sıkıntıları, bölgenin adalet sistemlerini derinden etkilemiştir. 1990'lı yıllarda yaşanan savaşların ardından hukuk devletinin inşası, bölge ülkeleri için kaçınılmaz bir öncelik haline gelmiştir. Ancak bugün, Arnavutluk’tan Sırbistan’a, Bosna Hersek’ten Kosova’ya kadar birçok ülke hâlâ adalet sisteminin bağımsızlığı ve etkinliği konusunda ciddi sorunlar yaşamaktadır.
Balkan ülkelerinde yargı bağımsızlığı, uluslararası raporlarda sıklıkla sorgulanan bir konu olarak karşımıza çıkıyor. Özellikle siyasi etkiler, yargı atamalarındaki şeffaflık eksikliği ve yolsuzluk iddiaları, sistemin meşruiyetine olan güveni sarsıyor. Vatandaşlar adaletin sadece “güçlüler” için çalıştığını düşünürken, hukuk güvenliği zedeleniyor.
Sırbistan’da yüksek yargı organlarının hükümetten bağımsız hareket edip etmediği uzun zamandır tartışma konusu. Benzer şekilde Arnavutluk’ta son yıllarda başlatılan yargı reformları kapsamında birçok yargıç görevden alındı veya soruşturma geçirdi. Bu süreç, bir yandan temizlik olarak değerlendirilirken, diğer yandan siyasi tasfiye olarak eleştiriliyor.
Son yıllarda Balkan ülkeleri Avrupa Birliği’ne (AB) üyelik süreci kapsamında adalet sistemlerinde köklü reformlara gitmiştir. Bu reformlar arasında yargı mensuplarının mal varlığı beyanları, şeffaf atama sistemleri ve disiplin mekanizmalarının güçlendirilmesi yer alıyor. Ancak bu çabalar çoğu zaman kağıt üzerinde kalıyor.
Örneğin Kosova’da, yargı kararlarının uygulanabilirliği düşük seviyede. Mahkeme kararları uygulanmadığında, hukuk devleti ilkesinin yalnızca yazılı bir kavram olarak kalması kaçınılmaz oluyor. Bulgaristan ise AB üyesi olmasına rağmen hâlâ Avrupa Komisyonu’nun izleme mekanizmasına tabi. Bu da, yapısal reformların sürekliliği konusunda ciddi soru işaretleri yaratıyor.
Adalet sisteminin başarısı, yalnızca kurumların işleyişine değil, aynı zamanda toplumun bu sisteme olan güvenine de bağlıdır. Balkan ülkelerinde yapılan anketler, halkın büyük çoğunluğunun adalet sistemine güvenmediğini ortaya koyuyor. Vatandaşlar, mahkemelerin rüşvetle çalıştığını, adil yargılamaların nadiren gerçekleştiğini ve siyasi elitlerin yargıdan muaf olduğunu düşünüyor.
Bu durum, hukuk önünde eşitlik ilkesine ciddi bir darbe indiriyor. Aynı zamanda, toplumun devlete olan bağlılığını ve yasaların meşruiyetini sorgulamasına neden oluyor. Sonuç olarak, hukuka olan inanç zayıflarken, sosyal barış da tehlikeye giriyor.
Bazı Balkan ülkelerinde, teknolojik altyapı kullanılarak yargı süreçlerinin şeffaflığı artırılmaya çalışılıyor. Özellikle Kuzey Makedonya ve Karadağ’da e-adalet sistemleri kurulmaya başlandı. Bu sistemler, dava süreçlerini dijital ortama taşıyarak hem hız hem de şeffaflık sağlıyor.
Ancak altyapı eksiklikleri, eğitim yetersizlikleri ve dijital okuryazarlık düzeylerinin düşüklüğü bu sistemlerin verimli kullanılmasını engelliyor. Ayrıca, dijitalleşmenin sadece teknik değil, aynı zamanda etik ve hukuki yönleri de henüz tam anlamıyla oturtulabilmiş değil.
Bölgedeki genç hukukçular arasında ise ciddi bir değişim arzusu göze çarpıyor. Hukuk fakültelerinde okuyan gençler, eski sistemin hantallığını ve adaletsizliğini reddediyor. Modern hukuk normlarına uygun bir adalet sistemi kurulması için mücadele ediyorlar. Ancak bu genç neslin karşısında, yıllardır yerleşmiş olan siyasi ve bürokratik engeller duruyor.
Adalet sisteminin güçlendirilmesi, Balkanlar’da barış ve istikrar için kilit öneme sahiptir. Bu nedenle bölge ülkelerinin sadece ulusal düzeyde değil, bölgesel işbirlikleri yoluyla da reformları hızlandırmaları gerekiyor. Ortak eğitim programları, yargı etiği standartları ve uluslararası gözlem mekanizmaları bu sürecin önemli araçları olabilir.
Balkan ülkeleri için adalet sistemi sadece bir devlet kurumu değil, aynı zamanda toplumsal dönüşümün anahtarıdır. Yargı bağımsızlığı, hukukun üstünlüğü ve şeffaflık gibi evrensel değerlerin eksikliği, yalnızca hukuki değil, aynı zamanda siyasi ve sosyolojik bir kriz anlamına geliyor. Bu nedenle Balkanlar’da adaletin tesisi, sadece mahkemelerin işi değil, tüm toplumun ortak sorumluluğudur.