Yürüdüğümüz bu yollar bizi fırtınalara sürüklüyor
Dünya, bilmem kaç milyon yıldır var ve var olmaya devam ediyor.
Biz bu varlığın içinde bir saç teli kadar bile ağırlığı olmayan canlılarız. Ancak düşünebilme yeteneğimiz sayesinde saç teli kadar olmayan ağırlığımız ile içinde bulunduğumuz dünyayı talan etmeye devam ediyoruz. Bunun en güzel kanıtı mart ayından beri covid-19 nedeniyle kısmen de olsa evlere kapandığımız süreçte doğanın biz olmadan yoluna devam etme çabası içine girmesi ve kendini yenilemeye çalışmasıdır.
Doğa kendini nasıl yeniler? Bu sorunun cevabını bulmak için atmosferdeki değişim hareketlerini bir takım teknolojik yöntemler kullanarak ölçmeye de gerek yok. Bakın beton döküp kaldırım yaptığımız, veya taş döşediğimiz yollar 3 ay gibi kısa sürede insan sirkülasyonu azaldığı için doğa kendini yenileme adına betonları parçaladı, taşları deldi ve çiçekler, otlar büyüdü. Atmosferdeki değişimi artık siz düşünün. Bu değişim bizlere bir ders olmalı, bizler doğanın sahibi değil, bir parçası olduğumuz gerçeğini kabul etmeliyiz.
Bir parçası olduğumuz doğaya sahip çıkmak bizlerin en büyük görevidir. Sağlığımız için kullandığımız maskeleri çöp kutusuna değil de yere atınca sağlığımızı güvence altına almış olmuyoruz. Çünkü o maskeyi attığımız yer de bizim vücudumuzun bir parçası, biz doğa ile entegreyiz. Doğa, çevre, eko-sistem hepsi aslında bizim birer organımız. Organlarımıza sahip çıkmak bizlerin asli görevi olmalı. Bu bilinç ile yeni nesilleri yetiştirmeli ve yeni hayatlar kurmalıyız. Dünya biz sahip çıktıkça güzel! 2. dünya savaşı sonunda bir uçak tarafından atılan 2 atom bombasının etkisi 100 yıla yakın süre geçmesine rağmen hala o bölgede etkisini devam ettiriyor. İbretlik bir örnek, 1 bomba... 1 dakika... ve bir şehir için kaybolan 100'lerce yıl. Bunun tek nedeni kendimizi kainatın efendisi sanmamız. Bizlerde bu denklemde suçluyuz, çünkü bizler de atom bombası atmasak da çevreyi fazlasıyla kirletiyoruz. Gücümüz yettiği kadar. Bugün gücümüz yere çöp atmaya yetiyor, ve bunu başarıyoruz. "aferin" bekliyor muyuz acaba? "Birisi görmesin diye çevreyi anlık olarak gözetliyoruz" der gibisiniz. Hay hay... ona da eyvallah. Kimse görmediği için masum mu oluyoruz. Bu kadar basit mi?
Yeşili sevmek boynumuzun borcu olsun. Ağaç ekmek için bahaneler üretelim. Doğum günümüzde ağaç ekelim, yeni araba alınca ağaç ekelim, ev kredimiz bitince ağaç ekelim, sınavımız güzel sonuçlandığı için ağaç ekelim, çocuğumuz olduğu zaman ağaç ekelim, evlendiğimiz zaman mutluluktan havalara uçarken de ağaç ekelim. Düşünsenize küçük çocuğunuz ile her güzel haber aldığınızda onu kutlamak için ağaç ekiyorsunuz. Çocuğunuz siz ağacı ekerken minik küreğiyle toprak atıyor. Kafanızda canlandırır gibisiniz. Bu kültürde büyüyen bir çocuğun yıllar sonra ailesine bakış açısını, derslerine çalışma şevkini, karşı cinse olan muhabbetini, iş ahlakını, askerde tuttuğu nöbeti bir düşünün. Hayattan aldığı tat bile değişecektir. Alışveriş tercihleri, spordan aldığı haz, sosyolojik olaylara tepkisi... inanın hepsi değişecektir. Hayalini kurduğumuz seviyelerin üzerinde gerçekleşecektir. Ve işte o gün, tam da o gün dünyada ölmez bir eser olarak bir körü, bina, değil de bir evlat bırakmış olacağız. Yarınları inşa eden, yarınlar için kafa yoran, küfürden, hakaretten, tehditten, trafik kurallarını hiçe saymışlıktan uzak bir evlat yetiştireceğiz.
Bunu başarabiliriz, bu bizim için bir kanun, kural olmamalı. Bu yemek yemek veya su içmek gibi temel bir hayat adımı olmalı. Hadi, bir gayret göster! Bu adımı birlikte atabiliriz. Türkiye daha güzel daha saygılı bir ülke olabilir. Unutma sen varsan umut var.